Düello kanunu teklifi

28 Ocak 1924 – Kozan Mebusu Ali Sahib Beyin, gaze­teler veya suveri dairesiyle şeref ve haysiyeti mu­hil neşriyat veya işaat vukubulduğu takdirde düello edilebilmesine dair teklifi kanunisi.

ALİ SAİB B. (Kozan) — Efendim müsaade buyurur musunuz ?

REİS — Buyurunuz efendim.

ALİ SAİB B. (Kozan) — Muhterem efendi­ler, teklifimin esbabı mucibesinde maksadımı biraz arz ve izah etmiştim. Bunun için fazla söz söyliyerek başınızı ağrıtmak istemem. Yalnız müsaadenizle bu kürsü milletten teklifime birkaç şey daha ilâve etmek isterim. Efendiler, bu Mecliste hürriyet ve serbesti matbuata taraftar olmıyan hiç arkadaşımız yok­tur. Bu hakikati burada defaatle izhar etmiş bulunuyoruz. Fakat efendiler, insafınıza müra­caat ediyorum. Hürriyet ve serbestti matbuat bu mudur? Hürriyeti matbuat, her eli kalem tutan çocuğun istediği gibi yazı yazarak mukaddesa­tı şahsiye ve Meclisin şeref ve haysiyetiyle oy­naması mıdır?

NAİM HÂZİM Ef. (Konya) — Mukaddera­tı diniyeyi de ilâve ediniz. Ona karşı da taarruz oluyor.

ALİ SAİB B. (Devamla) — Rica ederim efendiler, bu Mecliste şerefli, şerefsiz bahsi geç­ti mi? Efendiler, tekrar ediyorum. Serbesti matbuat bu mudur? Bunu nereden çıkarıyorlar. Bunu kim söylüyor ve nasıl yazıyorlar? Efen­diler, altı aydan beri muhterem Meclisiniz; eğer bu müddeti mukayese edecek olursak ilânı Meş­rûtiyetten bugüne kadar gelen Meclislerden ziyade vazifesini ifa etmiş bir Meclistir. Şimdiye kadar vazifesini ifa ettiğine dair bir satır yazı yazılmamıştır ve zaten buna da ihtiyacımız yok­tur. Efendiler, İstanbul İstiklâl Mahkemesi gittiği zaman, İstanbul’daki gazeteler ser mu­harrirleri İstiklâl Mahkemesine çekildiği vakit göstermiş olduğumuz kıskançlık ve burada gün­lerce gece yarılarına kadar devam eden müzakeratla matbuata olan alâkamızı göstermiştik. Neden o zaman gazeteler Büyük Millet Mecli­sinden bahsetmemişlerdi. Efendiler, altı aydan beri Meclisin şeref ve haysiyetiyle oynıyan ve aldıkları hilafı hakikat malûmatla makamı teh­zilde resimlerimizi teşhir eden İstanbul gazetelelerine soruyorum. Geçen sene Afyon Karahisar Mebusu İsmail Şükrü Efendi matbuata «Re­zildir» dediği zaman bu âciz arkadaşınız mat­buata sürülmek istenilen bu çirkin tâbiri kaili­ne iade etmiş ve matbuatı kemali şerefle müda­faa etmiştim. O zaman neden gerek ikdam, ge­rek Vakit, Vatan gazeteleri bundan bahsetme­diler?

ESAD Ef. (Menteşe) — Ya Urfa’daki Fran­sızlara karşı yaptıklarınız… O büyük hizmetle­riniz…

ALİ SAİB B. (Devamla) — O vatani bor­cumuzdur. O gitti tarihe karıştı.

ESAD Ef. (Menteşe) — Lâkin bugün düello meselesinden düşüyorsun, onu aklına al da ona göre söyle. Düello ne demek böyle şey olur mu?

ALİ SAİB B. (Devamla) — Efendiler, yarı­nın ne olacağı malûm olmadığı bir zamanda, memleketin kara günlerinde düşmana karşı memleketi müdafaa için cepheler yaptığımız ve millî kudretimizi bütün cihana gösterdiğimiz zamanlarda ismimizden bahsetmiyen gazeteler, muhbir olaralk Ankara’ya göndermiş oldukları akşamdan sabaha kadar top oynıyan çocukların yazdığı hilafı hakikat ve yalan yanlış haberlerle resimlerimizi ve isimlerimizi teşhir ediyorlar. Şeref ve haysiyetle oynuyorlar. İşte efendiler, bu kürsü Muallâdan milletime hitabediyorum. Ey Kahraman Türk Milleti senin vicdanına, in­safına müracaat ediyorum, hürriyet ve serbestîi matbuat bu mudur ? Sen hakem ol ey Türk Mil­leti, hürriyet ve serbestli matbuat bu mudur?

SÜLEYMAN SIRRI B. (Bozok) — Hürri­yete hürriyetle mukabele edilir.

ALI SAİB B. (Devamla) — Efendiler, ef­kârı umumiye diyorlar, hangi efkârı umumiye. Burada Meclis bir karar veriyor ve o karar ak­şam olmadan İstanbul gazetelerine filhakika ge­çiyor. Bundan başka hilafı hakikat daha birçok şeyler. Efkârı umumiye budur denilerek intişar ediyor. Acaba Anadolu halkı gazete idarehane­lerine birer telefon bağışlamışlar da bizim fik­rimiz budur diye söylüyorlar mı ve onlardan almış oldukları şeyleri mi muvacehemize koyu­yorlar? Hayır efendiler, efkârı umumiye diye söyledikleri o üç beş çocuğun yazmış olduğu şeylerdir. Efendiler, nazarı dikkati âlinizi bir şeye celbetmek isterim. Evvelki gün İstanbul gazetelerinin birisinde «Kabahat kimde?» Serlevhasiyle yazılan bir başmakalede (Efendiler, bu da bir kasıttır) Onda deniliyordu ki hafi, mah­rem müzakereleri muhabirlere söyliyen mebuslardır. Hayır efendiler, haşa ben buna katiyen inanmam ve kabul etmem, içimizde namusuna tevdi edilerek söylenen mahrem sözleri muhabirlere söyliyecek namussuz ve şerefsiz insan yoktur. Efendiler, eğer sehven ağzından kaçırmış bir arkadaşımız bulunsaydı her halde benim bu söz­lerime karşı, çıkar, sehven bunu ben söyledim derdi. Çünkü o söyliyen adam yarın muhbirlere karşı ne yüzle bakacaktır. Çünkü o söyliyen zat namussuzluğu, haysiyetsizliği kabul etmiş olacak­tır. Efendiler, ne zamana kadar bu vaziyet de­vam edecek? Bu milletin, bu memleketin ve erbabı namusun şerefiyle ne zamana kadar oy­nanacak? Bunun sonu çıkmaz, bunun sonu anar­şidir, ihtilâldir. Bunun için, erbabı namusun, erbabı şerefin namusunu muhafaza etmek için, böyle herkesin şerefiyle oynamak için ve fertle­rin namusunu muhafaza etmek için en lüzumlu şey düellodur efendiler. Yahut, Heyeti Celileniz bunu muvafık görmezse buna başka bir şekil düşünelim. Bu vaziyet temadi edemez, bunun ilerisi yoktur. Şeref ile oynandı mı, bugün to­kattır, yarın silâhtır. (Alkışlar)

KILIÇ ALİ B. (Gazianteb) — Şereflilere silâh vermek lâzımdır. (Bravo sadaları)

ALİ SAİB B. (Devamla) — Binaenaleyh; ya bu teklifimi kabul ediniz veyahut da duçarı taarruz olan veya taarruz eden düelloya mecbur olmalı veyahut hatâ ettim, namussuzluk ettim, sözümü geri aldım demelidir. Eğer böyle olmaz­sa şerefli, şerefsiz ve namuslu, namussuz adam­lar tefrik edilemez. Efendiler istirham ediyo­rum, insafınıza, vicdanınıza müracaat ediyorum. Benim bu teklifimi müstaceliyetle kabul edin, müzakere edelim. Benim teklifim kabul edilirse ne âlâ, edilmediği takdirde Heyeti Celileniz buna muvafık bir şekil düşünsün. Çünkü şeref­le oynanınca bugün tokattır, yarın silâhtır efen­diler. İnsafınıza müracaat ediyorum, vicdanını­za tevdi ediyorum. (Alkışlar)

REİS — Kozan Mebusu Ali Saib Beyin tek­lifi kanunisini usulü veçhile Lâyiha Encümenine havale ediyoruz. Lâyiha Encümeni müzakere eder, şayanı müzakere olup olmadığını tesbit eder, ondan sonra da mecrayı tabiîsi ile icabeden encü­menlerden geçer efendim.

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c005/tbmm02005091.pdf

(Sayfa 406 – 408)

İstanbul vapurlarındaki perdelerin kaldırılması

16 Ocak 1924 – Ziyaeddin Gözübüyük İstanbul Polis Müdürü tarafından vapur ve tramvaylarda erkekle kadınları ayıran per­delerin kaldırılması ile bir soru sormuş, İçişleri Bakanı Ahmet Ferit Tek cevap veriyor:

DAHİLİYE VEKİLİ FERİD B. (Kütahya) — Efendim tramvaylarda ve vapurlarda mevcut bulunan perdelerin ref’i hakkında Dahiliye Ve­kâletinden bir emir verilmemiştir. Bu perdelerin kaldırılması meselesi, İstanbul Sıhhiye ve Mua­veneti İçtimaiye Müdüriyetinin 8 Kânunuevvel 1339 tarihli raporu üzerine, gösterdiği lüzumu sıhhîye binaen kaldırılmıştır. Arzu buyurursa­nız raporu okuyayım. Mamafih perdeler kaldırıl­mış otamakla beraber nisvana mahsus bulunan yerler tamamiyle muhafaza edilmiştir. Onların yerleri ayrı levhalar taliki suretiyle tefrik edil­miştir ve ayrı oturmak üzere bu tarzda mahaller tahsis olunmuştur.

REİS — Ziyaeddin Efendi! Cevabı kâfi gö­rüyor musunuz? (Kâfi sesleri) Efendim sual sa­hibinin de söz söylemeye hakkı vardır.

ZİYAEDDİN Ef. (Erzurum) — Efendim, bendenizin bu sualden maksadı Polis Müdürü re’sen bu emri kendi kendine vermeye salâhiyattar mıdır?

SÜLEYMAN SIRRI B. (Bozok) — Hoca Efendi dünyanın perdesi kalkmış, değil ki insan­ların….

ZİYAEDDİN Ef. (Devamla) — Polis Müdü­rü nasıl bu emri veriyor?

YAHYA GALİB B. (Kırşehir) — Salâhiyettar değildir. Kim vermiş?

ZİYAEDDİN Ef. (Devamla) — İkincisi, malûmuâliniz deniyor iki, sihhî noktasından, gaze­tede görülüyor ki, perdeler mikrop nâkıliymiş. Eğer maksat bu ise malûmuâliniz vagonlar iki­dir. Daha ziyade hukuku nisvana riayet etmek, biri erkeğe, diğeri kadına tahsis edilmek sure­tiyle daha iyi olur. Eğer sıhhî noktadan ve ba­hane mikrop ise mevaki’de bulunan ıadifeleri, koltukları, ve saireyi sökmek lâzımgelir. Halbuki yalnız sıhhî noktasından dursa dezenfekte ile muşambalı perdelerle bu def’olunur. Demek ki, perdelerin kalkması o kadar sıhhî bir sebep de­ğildir. Malûmuâliniz her fert teceddüt taraftarı­dır. Yalnız her milletin bir harsı vardır. Bu har­sa riayet lâzımdır. Polis Müdürü Dahiliye Vekâletinin emri olmadan bunu yapmaya salâhiyettar mıdır? Hükümet yok mu, memleket anarşi halinde mi? Herkes kendine mahsus bir şey mi yapıyor? (Hayır hayır, sesleri) Dahiliye Veki­linden sorarım.

YAHYA GALİB B. (Kırşehir) — Sorar ya.

ZİYAEDDİN Ef. (Devamla) — Efendim suitelâkki, suitefehhüm buyurulmasın. Eskiliğin yerine teceddütleri herkes istiyor, herkes teced­düt arzusundadır. Fakat biz asrîlik teceddüdü şöyle biliriz. Birincisi asayiş her tarafta…

TUNALI HİLMİ B. (Zonguldak) — Biz ne demektir? Hoca efendi!

ZİYAEDDİN Ef. (Devamla) — Birincisi te­ceddüt, asrîlik, asayişi her tarafta temin etmek, harabezar mülkümüzü îmar etmek, yollar ve şi­mendiferler yaptırmak, maarif, sanayi, iktisatla halkı yükseltmek. Malûmuâliniz Avrupa bugün  semada tayyarelerle uçarken biz kağnı arabalariyle gidiyoruz. Hâlâ bu elim vaziyette bulun­duğumuz halde yalnız kadınlarımızda mı bu su­retle bir teceddüt göstermek istiyoruz. Yalnız kadınlarla beraber oturmakta mı teceddüt var, milleti nereye sevk edeceğiz. Medeniyet maskesiy­le, asrîlik ridayıkâzibe arkasında milleti sefahete mi sürükleyeceğiz, milletin mukaddesatiyle mi oynuyacağız? Her milletin perde için değil… (Gü­rültüler) Rica ederim her suretle teceddüdedelim. (Kâfi sesleri) (Devam sesleri)

REİS — Devama imkân yoktur. Rica ede­rim, sükûnetinizi muhafaza buyurun!

ZİYAEDDİN Ef. (Devamla) — Efendim! Görüyorsunuz; her ne suretle olursa olsun mede­niyet kadınlara serbestî, açıklık vermek değildir. Memleketimizin her tarafı harap, asayişe muh­tacız. Avrupa’yı bu cihetlerde taklidetmiyoruz. Avrupa’nın sanayiini, maarifini almaya değil; yalnız sefahetini, rezaletini taklidetmeye yelteniyoruz. Efendim! Hâkimiyeti Milliye deniyor. Bu yapılan şeylere dair teceddüt denilen bâzı mü­nasebetsiz şeyler hakkındaki – asıl bunlar teced­düt değil – dairei intihabiyelerinizden ne alıyor­sunuz? Bunlar ne için deniliyor? Bunlara niçin sükût ediyorsunuz? (Biz almıyoruz, sesleri)

ALİ RIZA Ef. (Amasya) — Almıyanlar da­irei intihabiyesiyle alâkası olmıyanlardır.

ZİYAEDDİN Ef. (Devamla) — Malûmuâli­niz vapurların perdeleri yoktur. Kadınların mev­kii ayrıdır. Bunlar da kaldırılacak diye bir emir verilmiştir. Malûmuâliniz Avrupa  da bile kadın­lara bir hürmet var. Onların mevkileri ayrıdır. Hattâ kadınların sigara içecekleri yere erkek de giremez. Yalnız kadınları erkeklere karıştırmak onlara bir hürmet değildir.

YAHYA GALİB B. (Kırşehir) — Rica ede­rim Dahiliye Vekili Bey onu temin eder. Polis müdiriyetinin yaptığı hatayı Dahiliye Vekili Bey düzeltir.

ALİ SAİB B. (Urfa) — Hata değildir. Po­lis Müdürü iyi yapmış.

YAHYA GALİB B. (Kırşehir) — Hatayı fahiştir. B. Yemiş. (Hatadır, sesleri)

REİS — Yahya Galib Beyefendi rica ede­rim. Sükûneti muhafaza ediniz.

TUNALI HİLMİ B. (Zonguldak) — Allah haya perdelerini kaldırmaktan masun buyur­sun.

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c005/tbmm02005084.pdf

(Sayfa 137 – 139)